Çehov Sinemada
- Gülşan Karademir
- 19 Oca 2015
- 16 dakikada okunur
Anton Pavloviç Çehov
(29 Ocak 1860, Taganrog, Rusya - 15 Temmuz 1904, Badenweiler, Almanya)
29 Ocak 1860 günü Rusya’nın bir taşra kenti olan Taganrog’ta doğmuştur. Tiyatro yazarı ve modern kısa öykülerin kurucularındandır.
Çehov’un dedesi azat edilmiş bir köleydi. Babası Pavel Çehov, bakkaldı. Ancak babası için sanat ve din her zaman bakkallıktan daha ön plandaydı. Bu yüzden hiçbir zaman başarılı bir tüccar olamadı. Sert, otoriter ve merhametsiz bir insan olan Pavel Çehov çocuklarına kilisede ilahi söyletiyordu. Çehovlar'ın başlıca uğraşı ilahiler, ev ve kilise ibadetleriydi. Babalarının bu dini ve artistik eğilimleri çocukları için bir işkence haline geliyordu. Bu ağır hayatı Çehov için anlamlı kılan tek kişi, duygusal ve anlayışlı bir insan olan annesiydi.
Kendisi ticarette başarı sağlayamayan Pavel Çehov, oğullarından birini bu alanda yetiştirmeyi düşünüyordu. Bunun için de Anton'u uygun gördü. Bu arada Anton liseye başlamıştı. Ancak kilise korosu, dükkân işleri onun dersleriyle ilgilenmesine engel oluyordu. Sonuçta çok da vasıflı bir okul sayılamayacak Taganrog Lisesi uzadıkça uzadı. "Kılıflı Adam", "Edebiyat Öğretmeni" adlı hikâyeleri bu döneme aittir. Bir süre sonra 1876’da babasının iflas etmesi nedeniyle tüm aile Moskova'ya taşındı. Anton eğitimini tamamlamak üzere Taganrog'ta kaldı. 16 yaşındaki lise öğrencisi Çehov üç yıl boyunca kendi hayatını kazandı. Birçok zorluk yaşadı. Tüm bunlara rağmen bu dönem önceki yaşamından daha katlanılabilirdi. Dükkânda oturmak, kilisede ilahi söylemek zorunda değildi. Bu zamanını yazmaya ve okumaya ayırıyordu. Ayrıca artık hayata ve sosyal çevresine daha eleştirel bir gözle bakabiliyordu.
Bu sıralarda henüz 13 yaşındayken kasabaya gezici bir tiyatro geliyor ve Çehov’un yazı serüveni başlıyordu. Çehov burada ilk kez tiyatroyla tanışıyordu. O zamanlar, kilise yerine tiyatroya gitmek “kötü yerlere gitmek” şeklinde telakki ediliyordu. O günün öğretmenleriyse, özgür düşünce okulları olarak görülen tiyatroları hoş karşılamıyorlardı. Çehov buradaki ilk tiyatro izlenimlerinin etkisiyle bir yandan tragedyalar ve farslar yazıyor; diğer yandan da kardeşleriyle birlikte tiyatromsu oyunlar oynuyordu. Bir süre sonra da “Kekeme” adlı bir gülmece gazetesi çıkardı. Çok kolay yazıyor ve konu bulmakta hiç zorlanmıyordu. Yazılarında “Antoşa Çehonte” takma ismini kullanıyordu. Kardeşleri ve arkadaşları da onun gibi gülünç olmaya çalışarak, eğlence olsun diye yazılar yazıyorlardı.
1879'da liseyi bitirdi ve Moskova’ya giderek tıp fakültesine girmişti; 1884’te doktor oldu. Tıp öğrenimi sırasında ailenin geçimine katkıda bulunmak için çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Ama çoğundan emeğinin karşılığını alamıyordu. Bazen yazıları yayınlanıyordu, ama daha çok geri çevrilme ve kabalıkla karşılanıyordu.
Bu durumu İrina Nenirowski şöyle anlatır:
“Böylesine kötü giyimli, bu kadar kendini hor gören, yeteneksizliğinin ve bilgisizliğinin bu denli bilincinde olan gençlerin onurunu korumayı hiç kimse düşünmüyordu. Çoğu kez getirdiği yazıyı okumak bile istemiyorlar ve: ‘Bu da yazı mı? Serçenin burnundan bile kısa…’ şeklinde tepki veriyorlardı. Arada bir okuduklarındaysa, genç yazara şunları söylüyorlardı: ‘Hem çok uzun, hem de yavan…’ Sonra ekliyorlardı: ‘Kendi yazdığını ölçecek bir eleştiri anlayışına ulaşmadan yazı yazılmaz…”
Çehov umutsuzluk içinde ama yılmadan kâğıtları yırtıp, yenisini yazıyordu. Bu dönemde yazdığı yazılarını "Melbourne'ün Masalları" adlı kitapta toplayarak üniversiteyi bitirdiği yıl ilk kitabını yayınladı.
Nihayet bir gün hatırı sayılır bir gazetenin sahibi olup, çok para ödemeden iyi yazılar yazabilecek yeni yetenekler arayan Aleksey Suvorin ile tanıştırıldı ve onun gazetesinde yazmaya başladı. Bu süreç onun için ciddi anlamda bir yazma süreci olarak nitelendirilebilir. Bu gazete aracılığıyla kısa sürede tanınmaya başladı. Bir süre sonra yazıları sık sık basılır oldu. Verimi her gün artarak 1885’de en üstün düzeyine ulaştı. O yıl öykü, yazı ve güldürü olarak yayımlanan yazı sayısı 129’a ulaşmıştı.
1885 yılında bir gün edebiyat dünyasının seçkin çevrelerinden biri olan Grigoroviç’ten bir mektup aldı. Bu mektup, hayatının dönüm noktası olmuştur. Bu mektupta dostça bir tavsiye de vardı.
“Sanatına karşı daha duyarlı olmalısın! Bu kadar çok yazı yazmamalısın!”
Bu tavsiyeye karşılık Çehov:
“Yakınlarım yazarlık çalışmalarımı hiçbir zaman ciddiye almadıkları gibi, bu çiziktirmeleri işe yarar bir meslekle değiştirmemi öğütlemekten de geri durmadılar. Moskova’da yüzlerce dostum ve burada da bir sürü yazar var. Beni okuyan ya da bende bir ‘sanatçı’ gören kimseyi anımsamıyorum. Moskova’da edebiyat çevresi dedikleri şey var. Gidip onları bulsam, mektubunuzdan bir parça okusam suratıma güleceklerdir. Gazetede beş yıldır sürdürdüğüm avareliğim boyunca kendimi hor görerek çalışmaya alışmış olmam ve hekim oluşum dolayısıyla tıp sorunlarına boğazına kadar gömüldüm. Bunun için yazdıklarıma hiç özenmedim. İki tavşanın birden ardında koşulamayacağı sözü (geçim derdi yüzünden hem yazı işleri, hem hekimlik ile birden uğraştığı için Çehov böyle ifade etmiştir), hiç kimseyi benim kadar uykusundan etmemiştir…”
Çehov, üniversiteyi bitirir bitirmez hekimliğe başladı. "Cerrahlık", "Cansız Ceset", "Kaçak" adlı hikâyelerini bu dönemde yazdı. Hekimlik çok vaktini aldığından yazmasına engel olmaya başlayınca hekimlikten vazgeçip yazarlığa yöneldi. Yazarlığına hekimliğinin izleri görülür. Pek çok kimse onun Çarlık Rusyasını anlatışını, bir doktorun hastalığı teşhis edişine benzetir.
Çehov, Tolstoy’un etkisinde birçok eser yazdı. Örneğin, “Her günkü bir Öykü”, “İyi insanlar”, “Yolda”, “Raslantı” ve “Dilenci” adlı eserleri… Fakat bu durum onun sanatına çok zarar verdi. Çehov birkaç yıl süreyle Tolstoy’a öykünmekle hiçbir şey kazanmadığı gibi, yaşamında ilk ve son kez dünyayı kendisinin olmayan bir gözle seyretti. Örneğin,“Her günkü Bir Öykü”, “İvan İlyiç’in Ölümü” ne benzemiştir fakat Tolstoy’un amacına ulaştığı yerde, Çehov hedefini yitirmiştir. Bu dönemde yazdıkları bu nedenle onun öyküleri arasında en güçsüz ve en az inandırıcı olanlarıdır. Çehov; “Türkler nasıl Mekke’ye gidiyorlarsa, biz de Sibirya’ya gitmeliyiz”, diyordu. Milyonlarca Rus orada acı çekiyor, ölüyordu. Yazar için bu gözyaşı denizine, bu dayanılmaz acılar toprağına gözleri kapatmak, sırt çevirmek imkânsız bir şeydi. Bu düşüncelerle doğu gezisine çıktı. Tolstoy’un etkisinden kurtuluşu da bu döneme rastlayacaktı. Geri döndüğünde büyük bir soğukkanlılık ve güvenle gördüklerini anlatacak ve belki de yazdıklarıyla bu insanlık dışı yönetimde bazı olumlu değişikliklerin yapılmasında etkili olacaktı.
Çehov “Moskova’dan Sahalin’e kadar gezdiğim Rusya, hayran olduğum Batı Avrupa, çevremde ve yaşamımda gördüğüm her şey bana Rus yaşamının kötü olduğunu, bu yaşamı değiştirmek, gerekirse alt üst etmenin kaçınılmaz olduğunu anımsatıyordu. Ama bunun için bir çeşit Nirvana’ya çıkmamak, ruhun yararsız bir seyircisi olarak yok olmamak gerekli” diye düşünüyordu.
Tolstoy Etkisinden Kurtuluşu, “6 No.lu Koğuş” adlı eserinde iyice belirginleşmişti. Bu eser, Çehov’un Rusya’da daha çok tanınmasına çok yardım edecekti.
Çehov, Bozkır’ını 1887-1888 de ciddi bir dergi için yazdı. Bununla, gençliğinde hızla ve beceriksizce yazdığı öyküler bir kenara bırakılırsa, hayatında ilk kez kısa öyküden uzun öyküye yönelmişti. Bu öyküyü tüm bakışların üstünde olduğunu bilerek korka korka yazdığı anlatılır: “Bir Bozkır öyküsü yazdım. Yazdım ama kuru ot kokusu çıkarmadığıma inanıyorum bu kez” diyordu. “ Ukrayna köylüleri, öküzler, güneyin küçük ırmakları” Anton’un tanıyıp sevdiği her şey bu öyküde yer almıştır. Sonraları Gorki, “bu öykünün her sayfasının incilerle işlenmiş olduğunu” söyleyecektir.
Bozkır okurları tarafından çok beğenildi ama Çehov bu beğeniyi ağız tadıyla yaşayamadı. Tam Bozkır’ın yayımlandığı günlerde, ilk dramı “İvanov”, Moskova’da başarısızlığa uğradı.
Çehov, bu başarısızlık karşısında “Çağdaş oyun yazarları yapıtlarını yalnızca melekler, canavarlar ve dalkavuklarla dolduruyorlar. Ben özgün olmak istedim, bir haydut, bir melek yaratmadım, kimseyi aklamadım” diyerek kendini savunuyordu ama gerçek şu ki Tiyatro seyircisi ondan hiçbir zaman hoşlanmamıştı.“Ateşler”, “Yıldönümü”, “Kriz” gibi öyküler birbirini izledi. 1888 de ise “ Puşkin Ödülü”ne ulaştı.
Çehov’un Sanatını incelediğimizde, eserlerinin kurgusu ve biçiminin en düşük ayrıntılarıyla bile uğraştığına şahit oluruz. Olgunlaşmak ve daha iyiye ulaşmak yolunda nasıl da ağır bir çalışma izlediğini anlamak için, ilk öyküleriyle son öykülerini yeniden okumakta yarar vardır.
“Yaşamının sonlarına doğru o yazmıyordu, sanatı üzerinde derin derin düşünüyordu”. Sanatına içgüdü kadar düşünce ve bilinç de giriyor ve her şeyden önce sadeliği arıyordu. Cümleler olanak ölçüsünde kısa olmalı, her sözcük söylemek istediğini anlatmalıydı, geri kalan her şey gereksizdi… Betimlemedeki en iyi örneği dediğine göre bir öğrencinin defterinde bulmuştu. Çocuk “deniz büyüktü” diye yazmıştı, yazar da bundan iyisinin yapılamayacağına inanmaktaydı. “Sadelik, açıklık, büyük savlardan kaçınmak, işte her şeyden önemli olan… Açıklamak yerine sezdirmeye çalışmalı, öyküyü yavaş yavaş ve dümdüzce ilerletmeli: içgüdümle bir öykünün bitişi okur kafasında bütün yapıtın yarattığı izlenimi bırakmalı.” diyordu. Bir yazarın karşılaşabileceği sorunların hepsi, Çehov tarafından incelenmişti. Hızlı yazmak, acele etmek zorundaydı. Yine de öykülerinin inceliğin ve sabrın başyapıtları olduğu inkâr edilemezdi.
Ünlü öyküsü "6. Koğuş" 1892'da yayınlandı. Aynı yıl kolera salgını olan bölgelerde doktor olarak aktif rol oynadı. Merkez Rusya'da bir Melikhov adını verdiği bir malikâne satın alarak taşındı ve yaşamında "Melihova dönemi" denilen yeni bir dönem başladı. Bu dönemde yaratıcılığının zirvesine ulaştı. Sürekli kendisini ziyaret gelen dostlarını malikânede ağırladı.
Çehov, birçok yazarın önemli bir özelliğinin taşıyıcıydı. O da “ Bir keşiş gibi” yaşadığını söylüyordu ama yine de bütün gençliği boyunca, özel hayatında sağlam bir ilişkiden, ateşten kaçar gibi sakındı. Ona niçin evlenmediği sorulduğunda: “Tabii ki ben de evlenmek isterim. Ama ay gibi sürekli ufkumda durmayacak bir kadın bulun. O Moskova’da otursun, ben köyde…” diye latife ederdi.
1894 yılının bir bölümünü yurtdışında geçirdi. Bu arada vereme yakalandı, tedavi için Kırım'a geçti.
1895'te "Martı" oyununun ilk versiyonunu yazdı. "Sakhalin Adası"nı yayınladı. Tolstoy ile tanıştı. Oyunun St. Petersburg'daki ilk gösterimi başarısızlıkla sonuçlandı.
1897’de Köylüler adlı uzun öyküsünü yayınlattı. 1898'de Sanat tiyatrosunu Stanislavski ile birlikte kuran Nemiroviç-Dantçenko Martı’yı sahnelemek için Çehov’dan izin istedi, bu arada Çehov aktris Olga Knipper'le tanıştı. Martı oyunu büyük başarı elde etti. Çehov'un babası öldü.
1899’da Vanya Dayı’nın ilk gösterimi yapıldı, Toplu Yapıtlarının ilk cildi yayımlandı.
1901’de Üç Kız Kardeş sahnelendi; Çehov, Kafkasya seyahatinden sonra bir ev yaptırdığı Yalta'ya döndü.
Olga Knipper ile aynen isteği gibi bir aşk evliliği yaptı. Eşi mesleği gereği Moskova’da oturmak zorundaydı. Ama bu durum Çehov için her zaman bir hüzün oluşturuyordu. Buna rağmen, eşine olan sevgisinden ve ona karşı olan duyarlığından dolayı, acı çekmek pahasına da olsa, “yanımda kal” diyemedi. Sağlığı bozulan Çehov, eşi ile birlikte Almanya'ya gitti. Kendisi için “suda boğulan bir insana benziyorum” diyordu. Çehov’un son anını eşi şöyle anlatır:
“O Son gün, ‘ölüyorum!’ dedi. Sonra kadehi tuttu, yüzünü bana çevirdi, en güzel gülümsemesiyle güldü ve ‘çoktandır şampanya içmemiştim’ dedi. Sessizce dibine kadar içti, yavaşça sol yanına uzandı.”
Böylece yazarın hayat perdesi kapandı. Almanya’da Badenwiller'da öldü.
Çehov’un Sözleri
Çehov bir hayranın karamsarlıkla ilgili bir mektubuna karşılık; “Kahramanlarımın iç karartıcı olduğundan yakınıyorsunuz. Ne yazık! Benim suçum değil bu. Benim isteğim dışında oluyor; hem sonra, yazarken iç karartıcı bir biçimde yazıyormuşum gibi gelmiyor bana.”
O zamanlar çok genç olan ünlü Rus yazarı Ivan Bunin'e sormuş: “Çok yazıyor musunuz? Hayır mı? Çok yanılıyorsunuz. Çalışmalı, yaşamının sonuna kadar durmadan çalışmalı bir yazar. Ancak bence, öykü, yazıldıktan sonra başıyla sonu atılmalıdır. Çünkü biz yazarlar, en çok o bölümlerde, başta ve sonda yalan söyleriz. Kısa yazmalıyız, elden geldiğince kısa.”
Bir dostuna yazdığı bir mektupta “Başarılarla başarısızlıklar için kaygılanmayı hemen şimdi kesin olarak bir yana bırak. Bunun seni ilgilendirmesine izin verme. Senin görevin, düzenli olarak, gün gün tam bir dinginlik içinde çalışmak; kaçınılmaz hatalara, başarısızlıklara hazır olmaktır.”
“Yazmak zorunda olduğum düşüncesi bir an bile bırakmıyor beni.”
“Denizi betimlemek çok zordur. Bir öğrencinin defterinde geçenlerde bir betimleme okudum: ‘Deniz büyüktür’ diyordu. İşte hepsi bu kadar. Denizin enginliği ancak böyle anlatılabilir.”
“Yazarken bir başkasının fikrini almamalı yazar, hiçbir öğüdü dinlememeli. Çalışmalarında yürekli olmalı. Büyük köpekler vardır, küçük köpekler vardır; büyük köpeklerin varlığı küçüklerin rahatını kaçırmamalı; hepsi de havlamak, Tanrının verdiği sesi kullanmak zorundadır,”
“Bir öykünün başında ‘silah’ tan söz ediliyorsa, o silah öykünün bir yerinde patlamalıdır.”
“Tıp, nikâhlı karım benim, edebiyat ise metresim. Birine kızarsam, geceyi öbürüyle geçiriyorum. Bu davranışımı belki biraz uygunsuz bulabilirsin ama en azından sıkıcı değil. Hem zaten, benim bu ikiyüzlülüğümden ikisinin de bir şey kaybettiği yok.”
“Tolstoy'un evinde hayat, muhteşem bir balo salonunu andırır, ama ben şu karşımdaki gölün derin ve dingin sularını kendime daha yakın buluyor, bu hayatı, o tür bir hayata tercih ediyorum.”
“Herkese iyilik etmek isteği, insanın içinde ruhsal bir ihtiyaç olmalıdır, kişisel bir mutluluk kaynağı olmalıdır. Çünkü bu istek, kuramsal düşüncelerin ürünü olunca, istek olmaktan çıkar.”
“Para biriktireceğim. Sürekli otel odalarında dolaşmak, otel kapıcıları, rastgele yemek gibi şeyler düşünmek, hayal gücümü ürkütüyor.”
“En çok çalışanlar köylülerdir ama hiçbir zaman ‘çalışmak’ sözünü kullanmazlar,”
Çehov Hakkında Söylenenler
Stanislavski Çehov’un karamsar olmadığını kanıtlarcasına; “Anton Pavloviç gördüğüm en büyük iyimserdir.” diyor.
Maksim Gorki; "Sanırım Anton Çehov'la karşılaşan herkes, içinde ister istemez daha yalın, daha doğru, daha kendisi olma isteği duyardı... Çehov hayatı boyunca hep kendi ruhsal bütünlüğü içinde yaşadı; her zaman kendisi olmayı, iç özgürlünü korumayı başardı. Başkalarının özellikle de daha kaba insanların Anton Çehov'dan beklediklerine hiç aldırmadı... Bu güzel yalınlığın içinde, kendisi de yalın, gerçek ve içten olan her şeyi sevdi ve kendine özgü bir güçle başkalarına da yalın olmayı öğretti."
“O kadar gösterişten uzak, o kadar yalın bir kişiliği vardı ki, onun yanında herkes daha doğal görünme ihtiyacı duyardı.”
Çehov ve Tolstoy
Tolstoy ; "Çehov bir sanatçı olarak, önceki Rus yazarlarıyla, Turgenyev, Dostoyevski veya benimle, mukayese bile edilemez. Çehov'un kendi biçimi var empresyonistler gibi. Bakarsanız adam hiçbir seçim yapmadan, eline hangi boya geçerse onu gelişi güzel sürüyor. Bu boyalar arasında hiçbir münasebet yokmuş gibi görünür. Ama bir de geri çekilip baktın mı şaşırırsınız. Karşınızda parlak büyüleyici bir tablo vardır."
Erdal Öz ; “Onun öykülerini okuduktan sonra bir arkadaşınıza özetlemeye kalkarsanız, öykünün bütün havası kaçar. Ancak arkadaşınıza, ya kendiniz sesli okuyarak ya da ona okutturarak o öykünün tadına vardırabilirsiniz. Bu özellik, çağdaş öykücülüğün başlangıcıdır.”
Mansfield; Acı öyküsü için ; “Tüm Fransız öykülerini yakabilirdim bu öykü uğruna. Fransız öykülerinin hiçbirine değişmezdim bunu. Dünyanın harikalarından biri bu öykü.”
Eserleri
Çehov'un oyunlarında geçiş dönemi Rusya’sının, bir rejimin son döneminin, etkileri görülmekteydi. Alt üst olmuş değerler, yıkılan toplumsal katmanlar, laçkalaşmış ilişkilerin varlığı en üst seviyedeydi. Oyunlarında Rus toplumunun tüm katmanlarından tipler görürüz.
Hemen hemen tüm oyunlarında yinelenen tipler yok olan aydınlardır. İşlediği konular arasında dönemin de etkileriyle "gelecek umudu" vardır. Ayrıca özveri, sabır, çalışkanlık da oyunlarında sıkça işlenen konulardır.
Çehov'un oyunlarında dikkat çeken bir husus genç karakterlerin daima coşkulu, dinamik, dürüst, uyumlu olması; yaşlı aristokrat kökenli karakterlerin de uyumsuz, çekilmez tipler olmasıdır. Bu da Çehov'un Çarlık Rusya’sına olumsuz bakış açısının bir gösterisidir.
Çehov'un sahnelenmeye dair dikkat ettiği hususlardan biri doğallıkla bağdaştırılabilecek işlevselliktir. Çehov'a göre oyunun başında sahnede bir tüfek varsa, o tüfek oyunun sonunda mutlaka patlamalıdır.
Yazar, kahramanlarını, yaşamı, yaşanılanları olduğu gibi göstermek gerektiğini düşünüyordu. Yaşam nasılsa her şey öyle olmalıydı. Tüm duygular yan yana ve doğal olmalıydı.
Çehov'un Martı'nın oyuncularına söylediği gibi: "Her şey basit olmalıdır... Tümüyle basit... Teatral olmamaktır esas olan...."
Komik kişilere ya da absürde varan gülünç durumlara sıkça rastlansa da Çehov’un oyunlarını komedi olarak algılamak güçtür. Yaşlanmaktan korkan Arkadina (Martı), düğün ertesinde eşi tarafından terk edilmesine karşın ona sadık kalan Telegin (Vanya Dayı), gazete okumakla yetinen Doktor Çebutikin (Üç Kızkardeş), “Kaligula’nın senatoda bindiği atın soyunun atası” olduğunu ileri süren Pişçik, “yirmi iki talihsizlik” lakaplı Yepihodov ile merdivenden düşen Trofimov (Vişne Bahçesi) ve daha birçok oyun karakteri ya da davranışları, gülünesi etki yaratır. Çehov’un oyunlarında her şey gülünç, her şey komedi ve aynı zamanda komedi değildir.
Oyun kişileri mutlu olma özlemi içindedir; arzularına, güzel bir yaşama kendince ulaşma çabasındadır. Ne var ki tüm girişimleri başarısızlıkla sonuçlanır. Tümü şu ya da bu ölçüde talihsizdir. Ancak “yaşama edilgin bağımlılıkları ve gerçekleri bilmeyişleri” onları gülünç kılar. Tüm kişilere özgü olan ve ilk başta fark edilmeyen bu özellik Çehov tiyatrosundaki komik öğelerinin kaynağını oluşturur. Dünyaya kendi sorunlarının merceğinden bakan bu kişilerin özgün ve diğerlerinin doğrularıyla örtüşmediğinden dolayı da hiç kimse tarafından anlaşılamayan görüşleri vardır. Diğerlerini anlamaya yönelik herhangi bir çabanın harcanmaması, komik öğelerin bulunmasına karşın dramatik sonuçlar doğurur. Kimi zaman güncel olaylarla kendini belli eden, kimi zamansa komik olanın arkasında gizlenen dramatik öğe oyunların, eğlenceli komedi olarak algılanmasını engeller.
Yaşadığı ortamda gülünç birçok şeyin olduğunu düşünen Çehov gülmeyi ve güldürmeyi araç olarak seçmiştir. İçinde yaşadığı topluma gülerek tavır almayı yeğlemiştir. Yapıtlarda yer alan gülünç olaylar ile saçma konuşmalar kadar yazarın bunlara ve özellikle karakterlere yönelik yaklaşımı Çehov tiyatrosunun “komiği”ni belirlemiştir. Olaylar ve karakterler aynı mercekten, tarafsızca yansıtılmıştır. Tarafsızlık, Çehov’un ısrarla üzerinde durduğu ve önem verdiği bir öğedir. Yapıtlardaki söylemin kapalı ve ölçülü oluşunun okuyucu üzerinde şatafatlı sözlerden çok daha güçlü bir etki bıraktığını ileri süren Çehov’un amacı, sözcükleri ustaca kullanarak, okuyucunun manevi dünyasını geliştirmek, zenginleştirmek ve etkin kılmaktır. Oyunlarında güttüğü amacın “Stanislavski’nin sandığı gibi, seyircileri ağlatmak değil, insanların durumu üzerine düşünmeye çağırmak” olduğunu söyler Çehov. “Ben insanlara yalnızca şunu söylemek istiyorum: Kendinize bakın ve nasıl kötü, nasıl sıkıntı içinde yaşadığınızı görün” … Kaldı ki Üç Kızkardeşin erkek kardeşleri Andrey’in deyişiyle ”yemekten, içmekten, uyumaktan ve ölmekten başka bir şey yapmayan” oyun kişilerine yaklaşımı ne ilk bakışta göründüğü gibi sevecen, ne de ahlakçıdır.
Martı’da Arkadina’nın yaşlanma korkusuna hiç de anlayışla bakmadığı gibi, Treplev’in yazarlık hevesini – ona yakıştırdığı ve oyunun ilk sahnelenişinde kahkahalarla karşılanan tiyatro metnine bakılırsa – düpedüz alaya alır. Treplev’in aşkını küçümseyerek, tiyatro alanında başarı kazanmak uğruna ünlü yazar Trigorin’e yanaşan Nina’yı açıkça yermekten kaçınmaz. “Bir köşede küflenmekten korkan” Sorin’den, doyumsuz Maşa’ya, silik Medvedenko’dan, “yazar olmak istedim, olamadım; güzel konuşmaya özendim, beceremedim… evlenmek istedim evlenemedim; kentte yaşamak isterdim hayatım köyde sona eriyor” diyerek yakınan Sorin’e kadar hiçbir oyun karakteri Çehov’un eleştiri oklarından kaçamaz.
Vanya Dayı’nın, tüm yaşamını köhne bir gelenek uğruna harcadıktan sonra, giderayak, kayınbiraderinin eşine vurularak kalkıştığı cinayet girişimi, gerçek bir komediye dönüşür…
Üç Kızkardeş’lerden İrina’nın bildiği yabancı dili, İtalyancayı unutmaya başladığını fark ettiğinde kapıldığı panik, Çehov’un oyunlarının en alaycı sahnelerinden biridir. “Bir Rus taşra kentinde, İtalyanca pencere ya da tavan sözcüğünü öğrenmenin anlamsızlığı, boşu boşuna geçip giden hayatın simgesi gibidir” [Behramoğlu 2001, 81]. Ancak üç kızkardeş, bu saçmalığın hiç farkına varmadan ve hayatı yaşayamadan, “Moskova’ya! Moskova’ya!”… diye iç geçirirler.
Vişne Bahçesi ise Çehov’un komedi öğeleri en yoğun, en eleştirel oyunudur. Ranevskaya ile Gayev dört bölümlük bir oyun boyunca, babadan kalma çiftliklerine, özellikle de vişne bahçesine sevgilerini yineleyip dururlar, ancak bu yeri elde tutmak için hiçbir girişimde bulunmazlar. Ranevskaya, vişne bahçesinin satışını önlemeye yardım edebilecek zengin halayı görme zahmetine bile katlanmazken, Gayev satışı beklerken bilardo oynar. Yenilir, içilir, dans edilir… Büyükbabası ve babası kölesi oldukları, mutfağına bile almadıkları çiftliğin yeni sahibi Lopahin’in, vişne bahçesini kökünden sökerek yerine villalar yapıp satmayı tasarlaması bile, satışı gerçekleştirir gerçekleştirmez, emektar hizmetkârları Firs’I arkalarında unutup giden yoksul toprak sahiplerinin acımasız kayıtsızlıklarından daha dehşet verici değildir.
Çehov’un oyunlarının kişileri ve bu kişilerin - Verşinin’e göre “… gün gelecek, tuhaf, yakışıksız, budalaca, pek de temiz olmayan ve hatta belki günahkâr bir yaşam” [Çehov 1995, 168] olarak nitelenebilecek – durağan serüvenleri, bir yanıyla içimizi acıtacak kadar trajiktir kuşkusuz, ama diğer yandan da alabildiğine gülünç. Gülünç olduğu için, trajiktir belki. Çehov’un oyunlarına “komedi” nitelemesi de işte bu keskin karşıtlıkla yerli yerine oturmaktadır.
Hikayeleri
Cansıkıcı Öyküler (Skuçnaya İstoriya, 1889)
Düello (Duel, 1891)
Altıncı Koğuş (Palata No: 6, 1892)
Edebiyat Öğretmeni (Uşitel Slovesnosti, 1894)
Talebe (Student, 1894)
Roşild'in Kemanı (Skripka Rokşil'da, 1894)
Hancı Kadın (Bab'e Carstvo, 1894)
Tri Goda (Üç Yıl, 1895)
Ev Sahibesi (Supruga, 1895)
Ariadna (1895)
Hayatım (Moya zizn, 1896)
Mujikler (Muziki, 1897)
Maymun İştahlı (Poprygunya, 1897)
Frenk Üzümü (1898)
Yunyç (1898)
O lyubvi (Aşk Üstüne, 1898)
Pratik Bir Olay (Sluçay iz praktiti, 1898)
Duşeçka (1898)
Çelovek v futlyare (1899)
Nöbet (Pripadok, 1889)
Köpekli Kadın (Dama s Saboçkoy, 1899)
Darboğaz (V ovrage, 1902)
Gelin (Nevesta, 1903)
Asmakatlı Ev (Dom s mezoninom, 1904)
Oyunları
Ayı (Medved, 1888)
Teklif (Predlozeni, 1888)
İvanov (1888)
Martı (Çayka, 1896)
Vanya Dayı (Djadya Vanya, 1897)
Üç Kızkardeş (Trisestry 1901)
Vişne Bahçesi (Vişnevy sad, 1904)
Türkçe'de yayımlanan başlıca yapıtları:
Besleme Korkulu Gece Seçme Öyküler Kara Keşif Toplu Eserler Bütün Oyunları Maran gozun Köpeği Kaştanka Oyunlar (Martı, Vanya Dayı, Vişne Bahçesi, Üç Kızkardeş, Teklif, Jübile, Düğün Bir Taşralının Öyküsü Bütün Oyunları (2 cilt) Bütün Öyküleri (8 cilt) Asma Katlı Ev
Çehov Sinemada
1.Vanya Dayı
Çehov’un beyaz perdeye en çok aktarılan eseri “Vanya Dayı” adlı oyunudur. Eser, ilk kez 1899 yılında Moskova'daki Moskova Sanat Tiyatrosu'nda Konstantin Stanislavski'nin yönetmenliğinde sahnelendi.
Çehov, ülkesi Rusya'nın ekonomik ve toplumsal olarak karışık olduğu bir dönemde yazdığı Vanya Dayı'da namusuyla çalışan ve kazandığı ile yetinmeye çalışan Vanya ve yeğeni Sonya ile çalışmadan gösterişli bir hayat süren Profesör Serebryakov ve genç karısı Yelena arasındaki çatışmayı anlattı.
Karakterler
· Serebriyakov, Aleksander Vladimiroviç - emekli bir profesör.
· Yelena Andreyevna - profesörün genç ve güzel karısı, 27 yaşında.
· Sofia Aleksandrovna (Sonia) - ilk evliliğinden olan kızı.
· Voynitskaya, Mariya Vasiliyevna - profesörün ilk karısının dul annesi.
· Voynitsky, Ivan Petrovitch ("Vanya Dayı") - Sonia'nın dayısı, ve Maria Vasilievna'nın oğlu.
· Astrov, Michail Lvovich - bir doktor.
· Telyegin, Ilya Ilyiç - fakirleşmiş bir toprak sahibi.
· Marina - yaşlı bir hemşire.
· İki işçi.
İlk olarak 1957 yılında, John Goetz ve Franchot Tone yönetmenliğinde çekilmiştir. Stark Young’ın uyarlamasında Franchot Tone(Dr. Mikhail Lvovich Astroff), Clarence Derwent(Serebriakoff) ve Dolores Dorn(Elena Andreevna) gibi yıldızlar rol almıştır. 98 dakika olan film İngilizce dilinde, siyah–beyaz olarak, 13 Aralık 1957’de San Francisco International Film Festival’inde ve 28 Nisan 1958’de New York City’de gösterilmiştir.(http://www.youtube.com/watch?v=skEl4wJ3Dcc)
1963 yılında Chichester Festivali’nde parlayan oyunun Laurence Olivier tarafından filme uyarlanmış hali olan film, aynı yıl Emmy ödülüne aday gösterildi. Yönetmenliğini Stuart Burge’un yaptığı filmin senaristi Constance Garnett’tir. Filmde Michael Redgrave(Uncle Vanya), Laurence Olivier(Dr. Astrov), Joan Plowright(Sonya), Max Adrian(Serebryakov), Rosemary Harris(Yelena) ve Sybil Thorndike(Marina, the nurse) gibi isimler rol almıştır. 20 Kasım 1963’te İngiltere’de gösterime giren 120 dakikalık siyah-beyaz filmin Amerika Birleşik Devletleri’nde gösterim tarihi 28 Mart 1977’dir.
1971 yılında Andrey Konchalovskiy yönetmenliğinde gösterime giren filmde Innokentiy Smoktunovskiy (Uncle Vanya), Sergey Bondarchuk( Dr. Astrov), Irina Miroshnichenko (Yelena) ve Irina Kupchenko (Sonya) gibi yıldızlar rol almıştır. 26 Temmuz 1971 yılında Polonya’da yayınlanan film, siyah-beyaz ve 104 dakikadır.
Vanya Dayı’yı konu alan son film ise diğer filmlerden farklı. “Vanya on 42nd Street” adını taşıyan film bir grup oyuncunun bir araya gelerek, New York’un 42. Caddesinde bulunan New Amsterdam Tiyatrosu’nda Vanya Dayı oyununun provasını yapmalarını anlatır. Filmin ilk sahnesinde caddede buluşarak eskimiş tiyatro binasına giren karakterler günlük kıyafetleriyle hemen oyunun provasına başlarlar. Oyunun son replikleri söylendikten sonra sahnede olmayan oyuncularda sahnede olan oyuncuların yanına gelir. Tüm oyuncular kendi arasında günlük sohbetine dönerken film biter. Yönetmenliğini Louis Malle’in yaptıüı film senaristi David Mamet’tir. 19 Ekim 1994’te ABD’de gösterime giren 119 dakikalık filmde Wallace Shawn(Vanya), Phoebe Brand (Nanny), George Gaynes(Serybryakov), Larry Pine(Dr. Astrov), Brooke Smith(Sonya), Julianne Moore(Yelena) gibi yıldızlar rol almıştır.
2.Üç Kız Kardeş
Anton Çehov'un 1900 yılında yazdığı Üç Kız Kardeş oyunu ilk olarak 1901 yılında Moskova Sanat Tiyatrosu’nda sahnelenmiştir.
Oyun, Rusya'da ayrıcalıklı sınıfa ait bir ailenin değişen koşullar ve yeni değerler karşısında yaşadığı çelişkiler ve bireysel çöküşler üzerine kuruludur. Aile üyelerinin geçmişleri ve özlemleri ön plandadır; Olga, Masha ve Irina ile abileri Andrei, Prozorov'ların temsilcileridir.
Karakterler
Prozorovlar
· Olga - Ailenin en büyüğü
· Maşa - Kuligin ile evlidir
· İrina - En küçük kardeş
· Andrey Sergeyeviç Prozorov - Olga, Maşa ve İrina'nın ağabeyi
· Natalya İvanovna (Nataşa) - Andrey'in eşi
Askerler
· Chanan Aandre Nikolas - Yarbay. Ailenin eski bir tanıdığı. Maşa ile bir ilişkiye başlar ancak kısa süre sonra bölüğüyle birlikte ayrılmak zorunda kalır.
· Baron Nikolay Lvoviç Tuzenbah - Üstteğmen. İrina'ya aşık.
· Vasili Vasiliç Solyoniy - Yüzbaşı. İrina'ya aşık. Sosyal anlamda uyumsuz bir karaktere sahiptir.
· İvan Romaniç Çebutıkin - Orduda doktor. 60 yaşında.
· Aleksey Petroviç Fedotik - Teğmen. Eve sıkça gelmekte ve İrina'ya hediyeler getirmektedir.
· Vladimir Karloviç Rode - Teğmen. Fedotik'in arkadaşı.
Diğerleri
· Fiyodor İlyiç Kuligin - Maşa'nın kocası. Lise öğretmeni.
· Ferapont - İşitme kaybı olan yaşlı bir kapıcı.
· Anfisa - Ailenin bakıcısı. 80 yaşında.
Üç Kız Kardeş adlı oyunun ilk sinema uyarlaması 1966 yılında yapılmıştır. Yönetmenliğini Paul Bogart’ın yaptığı filmin senaristliğini Randall Jarrell yapmıştır. ABD yapımı olan 168 dakikalık siyah-beyaz filmde Sandy Dennis(Irina), Geraldine Page(Olga), Shelley Winters(Natalya) ve Kim Stanley(Masha) gibi yıldızlar rol almıştır.
1970 yılında Üç Kız Kardeş’in ikinci sinema uyarlamasının yönetmenliğini Laurence Olivier ve John Sichel üstlenmiştir. Senaristliğini Moura Budberg’in yaptığı film 2 Mart 1973’te Finlandiya’da yayınlanmıştır. 165 dakika olan filmde Jeanne Watts(Olga), Joan Plowright(Masha), Sheila Reid(Natasha), Louise Purnell(Irina), Alan Bates(Albay Vershinin), Laurence Olivier(Dr. Ivan Chebutikin) ve Derek Jacobi(Andrei) gibi yıldızlar rol alıyor.
1988 yılında yönetmenliğini Margarethe von Trotta’nın üslendiği “Paura e amore” adlı film İngilizceye “Three Sisters” adıyla çevrilmiştir. Üç Kız Kardeş oyunundan uyarlanan filmin senaristliğini Dacia Maraini ve Margarethe von Trotta üstlenmiştir. Fransa, İtalya ve Batı Almanya’nın ortak yapımı olan film 19 Nisan 1988’de İtalya’da gösterime girmiş, 7 Mayıs 1988’de Cannes Film Festivalinde gösterilmiştir. 112 dakikalık film dili İtalyanca ve Almancadır. Filmde Fanny Ardant(Velia), Greta Scacchi(Maria) ve Valeria Golino(Sandra) gibi yıldızlar rol almıştır.
1994 yılında oyunun bir diğer sinema uyarlamasının yönetmenliğini ve senaristliğini Sergei Solovyov üstlenmiştir. Dili Rusça olan Almanya ve Rusya ortak yapımı 106 dakikalık Rusça filmde Olga Belyayeva (Olga), Kseniya Kachalina(Irina), Elena Korikova(Masha) ve Sergei Agapitov(Andrei) gibi yıldızlar yer almıştır.
Sergei Solovyov
Üç Kız Kardeş oyununun esin kaynağı olduğu, 2005 yılında gösterime giren ve “The Sisters” adını taşıyan filmin yönetmeni ise Arthur Allan Seidelman’dır. Senaristliğini Richard Alfieri’nin yaptığı Amerikan yapımı film ilk olarak 23 Nisan 2005’te Amerika’da Tribeca Film Festivalinde gösterilmiştir. 113 dakikalık filmde Elizabeth Banks (Nancy Pecket), Maria Bello(Marcia Prior), Erika Christensen(Irene Prior), Mary Stuart Masterson(Olga Prior) ve Alessandro Nivola(Andrew Prior) gibi yıldızlar rol almıştır.
Aile içi yaşanan tüm aldatmacalara ve zorluklara, yaşadıkları iniş çıkışlara ve ettikleri tüm kavgalara rağmen üç kızkardeşin arasındaki güçlü aile bağlarının nasıl herkesi birarada tutmayı başardığının anlatıldığı bu film aşkın, sevginin, şehvetin ve kaybetmenin olağanüstü öyküsünü anlatıyor.
3. Martı
Martı oyununun esin kaynağı olduğu ve yönetmenliğini Claude Miller’ın yaptığı “La Petite Lili” (Little Lili) 27 Ağustos 2003 yılında Fransa’da gösterime girmiştir. Fransa ve Canada ortak yapımı olan filmin senaristi Julien Boivent ve Claude Miller’dır. Filmde Nicole Garcia(Mado), Bernard Giraudeau(Brice) ve Jean-Pierre Marielle(Simon) gibi yıldızlar rol alıyor.
4. Altıncı Koğuş
Altıncı Koğuş’un yönetmen koltuğunda Aleksandr Gornovskiy ve Karen Shakhnazarov var. Senaristliğini Aleksandr Borodyanskiy ve Karen Shakhnazarov’un üstlendiği film “Palata N °6” adıyla 27 Kasım 2009’da ABD’de gösterime girdi. Rus yapımı 83 dakika olan filmde Vladimir Ilin(Ragin), Aleksey Vertkov(Gromov), Aleksandr Pankratov-Chyornyy(Mikhail Averyanovich) ve Evgeniy Stychkin(Khobotov) gibi yıldızlar rol alıyor.
Hikâye, kendi hastanesinde bir psikiyatri doktorunun(Andrey Yefimoviç Ragin), Altıncı koğuşta bulunan hastayla(İvan Dmitriyeviç Gromov) her gün konuşması ile meslektaşları tarafından, akıl sağlığını yitirdiği düşüncesiyle altıncı koğuşun hastalarından biri haline gelmesini işler. Film bizi en çok korkutan şeylerin, kaygıların ve bilmecelerin aslında ne kadar kolay olduklarını gözler önüne serer.
5.Çehov’un Motifleri
Yönetmenliğini Kira Muratova’nın yaptığı “Chekhovskie Motivy” (Chekhov’s Motifs) adlı filmin senaristleri Yevgeni Golubenko ve Kira Muratova’dır. Ukranya ve Ruysa ortak yapımı film 26 Haziran 2002’de Moskova Film Festivali’nde gösterilmiştir. 110 dakikalık siyah-beyaz filmde Sergey Bekhterev, Nina Ruslanova, Natalya Buzko, Philip Panov ve Zhan Daniel gibi yılıdzlar rol alıyor.
Çehov’un Vanya Dayı ve Üç Kız Kardeş oyunlarının Yuri Katin yönetmenliğindeki DVD’leri de Digital Kültür tarafınfan, Dünya Edebiyatından Sinemaya adlı serisi ile satışa sunulmuştur.
Çehov hayata bakış tarzıyla, edebi kişiliği ve eserleriyle birçok ismi etkilemiş ve ilham kaynağı olmuştur. Çehov hikâyeleriyle edebiyat dünyasında bir hikâye türüne öncülük etmiştir. Çehov tarzı hikâye olarak da bilinen durum hikâyeleri günlük yaşamdan bir kesit, bir insanlık durumu anlatılır. Giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunmaz. Zaman ve mekân belirsiz olabilir; kahramanların yaşamları, zaman ve mekân okuyucuya sezdirilir. Olay örgüsünden çok tema üzerinde durulur. Belli bir zaman diliminde hayatın doğallığı içinde insanların davranışları, birbirleriyle ilişkileri, bazı olay, düşünce ve tasarılar karşısında gösterdikleri tepkiler ortaya konur. Bu türün Türk edebiyatındaki en önemli temsilcileri Memduh Şefket Esendal, Sait Faik Abasıyanık ve Tarık Buğra’dır.
Sinemada ise Çehov günümüzde en çok Nuri Bilge Ceylan ile anılmaktatır. Ceylan’ın Altın Palmiye ödülünü kazanan “Kış Uykusu” filminde kullanılan “Çehov’un eserlerinden esinlenilmiştir.” İbaresi kullanılmıştır. Çehov hayranı olan Ceylan’ın filmlerinde bu etkinin olmaması şaşılacak bir durum değildir.
Comments