Ingmar Bergman ve "Yedinci Mühür" film analizi
- Gülşan Karademir
- 7 Haz 2015
- 18 dakikada okunur
1. Yedinci Mühür / / The Seventh Seal
1.1 Filmin Künyesi
Yönetmen ve Senarist: Ingmar Bergman
Yapımcı Allan Ekelund
Oyuncular: Max von Sydow Bibi Andersson Gunnar Björnstrand Nils Poppe Bengt Ekerot Inga Landgré
Müzik: Erik Nordgren
Görüntü yönetmeni: Gunnar Fischer
Kurgu: Lennart Wallen
Dağıtıcı: AB Svensk Filmindustri
Renk: Siyah-beyaz
Yapım yılı: 1957
Çıkış tarihi: İsveç:16 Şubat 1957 ABD:13 Ağustos 1958
Süre: 96 dakika
Ülke: İsveç
Dil: İsveççe, Latince
Bütçe: $150,000
1.2 Filmin Konusu
Film, Ortaçağ’da Haçlı Seferinden 10 yıl sonra evine dönen bir şövalyenin, savaşın ve vebanın yol açtığı ızdıraba tanık olmasından dolayı Tanrı’yı sorgulamasını ve “Ölüm”e meydan okumasını konu edinir.
Şövalye bir yandan Tanrı’yı sorgularken bir yandan “Ölüm” ile satranç oynar. Kazanırsa “Ölüm” canını almayacaktır. Kazananın belli olduğu bir oyuna başlarlar. Şövalyenin amacı zaman kazanmak ve Tanrı ile ilgili kafasındaki soruların Bu süreçte şövalyeyi rahatlatan durum ise eve dönüş yolunda yolunun kesiştiği bir akrobat çiftin birbirine olan aşkıdır.
“…
Ölüm: Hazır mısın? Şövalye: Ben değil ama bedenim korkuyor.
… Şövalye: Bir dakika bekle. Ölüm: Hepiniz öyle dersiniz ama ben erteleme yapmam.
...”
1.3 Filmin Yönetmeni
Ingmar BERGMAN (14 Temmuz 1918 - 30 Temmuz 2007)
Oyun yazarı ve yönetmen olan Bergman, bir Protestan papazının oğlu olarak 1918'de İsveç Uppsala'da doğmuştur. Kült oyuncuları Liv Ullmann ve Max von Sydow'dur. 30 Temmuz 2007'de sabahın erken saatlerinde İsveç'te Fårö adasındaki evinde 89 yaşında ölmüştür. Kızı Eva Bergman tarafından uykusunda öldüğü açıklanmıştır. Bergman 2005 yılında Time dergisi tarafından dünyanın yaşayan en büyük yönetmeni olarak nitelendirilmiştir. 9 defa en iyi yönetmen Oscar’ına aday gösterilen Bergman’ın eserleri, 1960, 1961 ve 1983 yıllarında En İyi Yabancı Film Akademi Ödülü’nün sahibi oldu.
Birçok filminde karakterleri, sanat çevreleri içine yerleştirmiştir. Filmlerinde tavrını daima kadınlardan yana koyar. Mizahi ve eğlenceli filmler de yapmıştır.
2. Bergman Sineması
Bergman bir papazın oğlu olarak sıkı bir disiplinle yetiştirilmiştir. Çelimsiz, içe dönük ve çekingen bir çocukluk dönemi geciren Bergman, çocukluğundaki sarsıcı deneyimlerini filmlerine yansıtıcaktır.
Çelimsiz, içe dönük ve çekingen bir çocukluk dönemi geçiren Bergman 16 yaşında öğrenci değiş-tokuş proramıyla Almanya’ya gönderilmiş ve “Hit’ler taraftarı” olarak ülkesine geri dönmüştür. Toplama kamplarının tüm kalıntılarını gördüğünde durumu başta kabullenmek istememiştir.
1937’de Stockholm Üniversitesi’ne tarih ve edebiyat okumak üzere yazılır. Bu dönemde sanat çevreleri ve özellikle genç tiyatro gruplarıyla ilişki kurarak tiyatro yönetmenliğiyle ilgilenmeye başlamıştır.
1976 yılında sahibi olduğu Personafilm’in vergi kaçırdığı suçlamasıyla tutuklanan Bergman ağır bir depresyon yaşar. Karolinska Hastane’sinin psikiyatri kliniğinde bir süre yatmıştır.
Bergman’ın bu hayat deneyimleri filmlerinde bir şekilde izlerini taşır. Bu deneyimler bazen bir konu olarak filmi oluşturur, bazen de kahramanların karakteristik özelliği olarak karşımıza çıkar.
Bergman’ın filmlerinde temalar anlaşılması kolay ve açık bir şekilde söylenir. “Genellikle kadın-erkek ya da kadın-kadın ilişkilerini, dinle ilgili sorunlarını, Tanrıyla olan hesaplaşmasını, intikam, yalnızlık, ihanet, yabancılaşma, ölüm gbi evrensel temaları tüm incelikleriyle işleyen Bergman, ailesinin etkilerini ve aldığı din eğitiminin izlerini de beyaz perdeye taır. Filmlerinde Lutherci bir papazın oğlu oldığunu zaman zaman belli eden yönetmenin yaşamından çeşitli izlere rastlamak olasıdır.”( Öztürk S R (2000) Sinemada Kadın Olmak, Alan Yayınları, İstanbul.)
“Bergman’ın gizemi öldürdüğü için renkten hoşlanmadığını, ışığa önem verdiğini veilk filmlerinden bazılarında karmaşık kamera hareketlerini denediğini görürüz. Fakat kendisi onu büyük bir yönetmen yapan yakın ekimlerinden, fondaki ses üzerine yaptıüı çalışmlardan, iç ve dış mekanlarda çerçeve içinde oluşturduğu karmaşık kompozisyonlardan hiç bahsetmez. Bergman’ın filmlerinin otobiyografik olması, onlara kendi içinde bir düzen verirken onları aynı zamanda önemli ve özgün kılar.”( Elsaesser T (Temmuz- Eylül 1995) Avrupa Sanat Sineması, Gülşen Sayın (çev), 25. Kare, Sayı 12, 4-9.)
Bergman’ın yapıtlarında en çok göze çarpan temalardan biri de intihardır. “Büyülü Fener’de birkaç defa intihar etmeyi aklından geirdiğini yazmıştır. Kırk iki filminden on üçünde intihar merkezi önem kazanmış ve intihar etmeyi dşündüğünü itiraf etmişse de Bergman hiç intihar girişiminde bulunmamıştır. intiharın bu denli önemli olması, çocukluk zamanında ağabeyinin intihar girişiminde bulunmuş olmasından kaynaklı olabilir. Hiç intihar etmemesinin nedeni de ölüm korkusudur. Bergman, ölüm hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirmiştir: “Ölüm korkunç. Ölümün ardından ne geldiğini bilmiyoruz. İsa’nın şu söylediklerine, hani babasının evinde pek çok güzel oda varmış falan; ben buna inanmıyorum. Hayır teşekkürler. Ben kendi babamın evindeki odalardan kaçtım. Kendi babamdan da daha kötü olabilecek birisinin yanına taşınmak istemem. Ölüm beni açıklanamayan bir dehşete düşürüyor. Can acıtıcı olabileceğinden değil, hiçbir zaman uyanamayacağım korkunç düşlerle dolu olabileceğinden korkuyprum...” (Ay T (1994) Ingmar Bergman Sinemasında İntihar, 25. Kare, Sayı: 9, 71-100. )
Bergman’a göre film yapmak, en derinlerde gizli köklerine ulaşarak, çocukluğunun dünyasına yeniden inebilmektir. Nitekim Bergman da öyle yapmıştır. Fanny ve Alexander filmine mekan olarak çocukluğunun geçtiği Uppsala’yı seçerken, bu yere karşı saygıyı ve sevgiyi ifade etmiştir.
Papazlar filmlerinde sık sık boy gösterirler: Aşkımızın Üstüne Yağmur Yağıyordu ve Bir Yaz Gecesi Gülümsemleri filmlerinde papaz, açıkça itici biridir. Yedinci Mühür filminde sadece insanları sonun geldiğine dair korkutmaya yönelik vaazlar veren papazları, İbadet Edenler filminde Tanrının ölümünü yaşayan yararsuz papazları, Sonbahar Sonatı’nda bocalayan din adamını, Fanny ve Alexander’da , Vorgerus ile birlikte felaketin çağrıştırılışını yapan özellikle ürkütücü papazı görürüz. (Lefévre R (1986) Ingmar Bergman, Cüneyt Akalın ( çev), Afa Yayınları, İstanbul.)
Filmlerinde insanların mutsuzluğunu, yalnızlığını, iletişimsizliğini, dutgusal karmaşasını işler.
Bergman’ın filmleri beş dönem olarak incelenebilir.
I. Dönem
II. Dünya Savaşı sonrasında İsveç’te yükselen bir intihar oranı ve dinsel geleneklere bağlılığın sarsılması söz konusudur. Bergman’ın ilk dönem filmleri de bu umutsuzluktan etkilenir. Filmlerin adları bile bunu kanıtlamaktadır.
Genel olarak kişiler varoluş sıkıntılarına gömülmekte, umutsuz bir yalnızlığın içinde debelenmekte ve kimi zaman da intihar girişimlerinde bulunmaktadırlar. Bu karanlık eğilimin doruk noktası, Zindan adlı filmdir.
1945 - Kris (Bunalım): Melodramatik bir tiyatro oyununun gerçekçi uyarlaması.
1946 - Det regnar pa var Körlek (Aşkımızın Üstüne Yağmur Yağıyordu)
1947 - Skeep till Indialand (Hindistan’a Giden Gemi ya da Kaybolan Kızlar Limanı) Musik I mörker (Cehennemi Karanlıkta Müzik)
1948 - Hamnstad (Liman Kenti) Fangelse (Zindan)
1949 - Törst (Susuzluk)
II. Dönem
Bu dönem, bu marazi eğilimden kopuşu ifade eder. Birbirini izleyen yenileme ve zenginleştirmelerden oluşan bir dönem başlar. Aşk, sevgi, ayrılık genel temalardır. Kadınlara yönelik eğilim bu dönem filmlerinde ağır basar. Kadınlara açıkça ayrıcalık tanınır; iyi roller verilir, galip gelmeleri sağlanır. Erkekler ise küçümsenir, alaya alınır, aşağılanır.
1949 - Till gladje (Neşeye Doğru)
1950 - Sommarlek (Yaz Oyunları) Sant hander inte hër (Burada Yapılmayan Türden Bir Şey)
1952 - Kvinners väntan (Kadınların Bekleyişi) Sommaren med Monika (Monika ya da Monika’yla Bir Yaz)
1953 - Gycklarnas afton (Gezgincilerin Gecesi): Bergman’ın deyişiyle bir ‘kurtuluş’ olan bu film, iç kapayıcılığı ile dönemin diğer filmlerinden ayrılır.
1954 - En Lektion I Kärlet (Bir Aşk Dersi)
1955 - Kvinnodröm (Kadın Düşleri) Sommarnattes Leende (Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri)
III. Dönem
İlk planlarından itibaren kameranın objektifinin gökyüzüne doğru çevrildiği Yedinci Mühür ile birlikte Bergman’ın Dikey Sineması başlar. (Bu kavram, metafizik simgelerden çok günlük gerçeklere ilgi duyan İsveçli genç sinemacıların Bergman’ın sinemasını küçümsemek için taktıkları addır. Lefevre, bu adı kullanarak bir dönemi adlandırıyor). Yaban Çilekleri’nden itibaren bu metafizik soruşturma varoluşsal bir hal alır ve dönemin daha sonraki filmlerinde giderek metafizik niteliğinden bütünüyle uzaklaşır. Son filmi iyiden iyiye ‘eğlendirici’ bir tarza saplanır.
1956 - Det Sjunde inseglet (Yedinci Mühür)
1957 - Smultronstället (Yaban Çilekleri) Yaşlı bir profesörün yaşamının son günleri Proustvari geri dönüşlerle anlatılır. Yaşlı profesör,hayata son kez, kederlenmeden bakmaktadır sanki.Yaşama iyinin ve kötünün ötesinde, büyük bir sadelikle bakan yaşlı adam ölürken dingindir ve çocukluğunun tatlı gülümsemelerini yaşamaktadır. Nära livet (Yaşamın Eşiğinde)
1958 - Ansiktet (Yüz)
1959 - Jungfrukällen (Kaynak)
1960 - Djävulens Öga (Şeytanın Gözü): İkinci sınıf, eğlendirici bir film.
IV. Dönem
Bu dönem, Oda Sineması üçlüsünden ibarettir. Ayrıca bu filmlerde yönetmen, tanrı sorununa son bir kez döner. Hatta İbadet Edenler filminde, tanrının ölümünü ilan eder.
1961 - Säsom i en spegel (Aynadaki Gibi)
1962 - Nattvärdsgâterna (İbadet Edenler) Bergman bu filmde adeta Dostoyevski’nin “Tanrı yoksa onu icad etmek gerekir” sözünün sinemasal anlatımını gerçekleştirmeye çalışır. Dostoyevski’nin bir çok romanındaki sorunsal olan tanrının ölümünün doğurduğu ağır ahlaki sorunlar, bir rahibin yaşamında trajediye dönüşür. Eğer bir rahip bile inançsız hale gelmişse sıradan insan ne yapacaktır?
1963 - Tystnaden (Sessizlik)
1964 - För att inte tala om alla dessa kvinnor (Bütün O Kadınlar ya da Bütün O Kadınlardan Söz Etmeden): İkinci sınıf, eğlendirici bir film. İlk ‘renkli’ kaba güldürüsü.
1965 - Daniel (Daniel): Oğlu Daniel için yaptığı, bir ‘ilan-ı aşk’ niteliğinde, başka bir özellik taşımayan ‘ara dönem’ filmi.
Dinlenme: Ara Dönem
1964 - För att inte tala om alla dessa kvinnor (Bütün O Kadınlar ya da Bütün O Kadınlardan Söz Etmeden): İkinci sınıf, eğlendirici bir film. İlk ‘renkli’ kaba güldürüsü.
1965 - Daniel (Daniel): Oğlu Daniel için yaptığı, bir ‘ilan-ı aşk’ niteliğinde, başka bir özellik taşımayan 'ara dönem' filmi.
V. Dönem
Yakın planların hayranlık verici biçimde kullanıldığı yeni bir üçleme ortaya çıkar. Bu filmlerle birlikte Bergman’ın ‘parçalama tekniklerini’ daha fazla kullandığı görülür. Persona’da seyirciye projeksiyon aletinin varlığı anımsatılır. Filmin başlangıcı, küçülen sayıların sıra ile ‘BAŞLA’ kelimesini izleyişini gösterir. Projektörün gürültüsü ses bandının müziğini bastırırken, kamera, cihazın kimi bölümlerinin ayrıntılarını verir. Filmin can alıcı yerinde Bergman filmin kaydığı ve koptuğu izlenimini yaratır. Aynı işlem filmin sonunda da tekrarlanır ve SON yazısı belirmez. Kurtların Saati filminde, filmin adı hiç beklenmedik bir anda görüntüye geliverir. Ayin’de film dokuz parçaya ayrılmıştır. Bir Tutku’nun oyuncuları, görüşme sorularına cevap vermek ve yorumladıkları kişiler hakkındaki kişisel görüşlerini belirtmek üzere oyunun akışını anında keserler. Çığlıklar ve Fısıltılar’da ve Fanny ve Alexander’da usdışının sınırlarına girilir; seyirci rahatsız edilir. Sonbahar Sonatı’nın papazı seyircilere dolaysız yoldan seslenir. Kuklaların Yaşamından’ın dosyasının aynı sayıdaki bölüme denk düşen piyesleri, hiçbir kronoloji kaygısı olmaksızın sunulur. Öte yandan son filmlerinde Bergman, ‘bilinçsiz güdülenmelere bağlı sorunlara’ giderek daha fazla eğilecektir .
1965 - Persona (Persona)
1967 - Vargtimmen (Kurtların Saati)
1968 - Skammen (Utanç) Savaşın sonucu sadece ölen sayısız insanla sınırlı değildir. Kalanlar da yaşadıkları ağır deneyimlerin sonucu olarak bir tür yaşayan ölüye dönüşürler. Tanık olmak, tanık olarak yaşamını sürdürmeye çalışmak. Bu, aynı zamanda “bilmemek” üzerine bir film. Savaş sırasında bir radyosu bile olmayan, dolayısıyla da savaşın seyriyle ilgili pek bilgisi olmayan Eva ile Jan’ın bir şişe şarap bulduklarında yaşadıkları büyük keyif, savaşla ilgili bilgileri arttıkça ve savaş artık iyicene yaşamlarına girdikçe büyük bir utançla da karşıkarşıya kalmaya başlayacaklardır.
Diğerleri
1968 - Riten (Ayin)
1969 - En Passion (Bir Tutku)
1970 - The Touch (Temas)
1972 - Viskningar och rop (Çığlıklar ve Fısıltılar) Ölüm, inanç, yalnızlık üzerine üç kız kardeşin öyküsü. Kusursuz bir anlatım.
1973 - Scener ur ett äktenskap (Evlilik Yaşamından Sahneler)
1974 - Trollflöjten (Sihirli Flüt)
1975 - Ansikte mot ansikte (Yüz Yüze)
1977 - Das Schlangenei (Yılanın Yumurtası)
1978 - Höstsonaten (Son Bahar Sonatı) Bir kadınla annesinin gecikmiş bir hesaplaşması. Anne, geçmişte iki kızının da hayatında travmatik yaralar açmıştır ama bunun farkında değildir. Müzisyen olan kadın sanatı uğruna kızlarını büyük oranda ihmal etmiş, kızlardan küçüğünün felçli kalmasında etksi olmuş ve yıllar sonra itiraf etmek istemediği bir vicdan azabıyla geri dönmüştür. Anne ile büyük kızın bir gece boyunca yaşamlarını bir mahkeme önüne çıkarırcasına hesaplaştıkları sahne Bergman’ın ustalığını ve dehasını bir kez daha kanıtlıyor.
1979 - Farö-Doküment 1979 (Farö Adası)
1980 - Aus dem Leben der Marionetten (Kuklaların Yaşamından)
1983 - Fanny och Alexander (Fanny ve Alexander)
3. “Yedinci Mühür” Film Okuması
14. yüzyılda gecen filmin ilk planı gökyüzü ve uçan bir kuştur. İlk sözler dış sesin, Antonius Block ve Silahtar’ının Haçlılar adına kutsal topraklarda savaştıktan sonar ülkeleri İsveç’e döndüklerini söyler ve cümlesine Hz. İsa’nın 12 Havarisinden, İncil yazarlarından Yuhanna’nın kaleme aldığı Apokalips’in[1] vahiy bölümünden bir alıntıyla devam eder:
Ve Kuzu yedinci mührü açınca, göğü bir sessizlik bürüdü ve bu yarım saat kadar sürdü. Ve yedi melek ellerindeki yedi borazanı çalmaya hazırlandılar.
Kitap, dünyanın uğrayacağı Tanrı gazabından ve Tanrı yargısından söz eder. Söz konusu yargı, yedi mührün açılması, yedi borazanın çalınması ve Tanrı öfkesiyle dolu yedi tasın yeryüzüne boşaltılmasıyla gerçekleşir.
Antonius Block’un görüldüğü ilk planda yanında satranç tahtasını da görürüz. Satrançta zekâsını iyi kullanan her zaman kazanır. Satranç oyunu insanlığın hayatıyla bir tutulabilir. Sonu belli olan bir oyunda yapacağımız her hamle bizi Tanrı’ya ya da ölüme yakınlaştıran ve ya uzaklaştıran hamleler olabilir.
Daha sonra ekranda Antonius Block’un Silahtar’ını (Squire), deniz kenarında duran atları görürüz. Antonius Block ve Silahtar’ı kıyıya vurmuş gibi görünürlerken güneş ufukta yeni yeni doğmaktadır. Film bu iki adamın yolculuğu ile ilgili olduğunu bu görüntülerle seyirciye aktarılır. Şimdi sıra bu yolculuğun ne ile ilgili olduğunu aktarmaktadır. Silahtar olduğu yerde uyurken Antonius Block yattığı yerden kalkar, denize doğru gider, elini yüzünü yıkar ve geri döner. Geri dönerken dizlerinin üzerine çöker ve iki elini birleştirip dua edeceği sırada kararsızlığı yüzünden okunur. “Sinematografi, her şeyden önce yakın çekimle, insan yüzleridir.” Diyen Bergman “Yedinci Mühür”de de bu düşüncesini uygulamıştır. Antonius Block’un dua etmekten vazgeçmesiyle de filmin konusu da seyirciye aktarılmış olur. Film Antonius Block’un inanç yolculuğuyla ilgilidir.
Antonius Block dua etmekten vazgeçip yürümeye başladıktan sonra tek plan çekimle kamera satranç tahtasına doğru yönelir. Sıra Antonius Block’un rakibinin belirlenmesine gelir. Satranç tahtasının görüntüsü arka plandan deniz görüntüsünün gelmesiyle kaybolur. Deniz görüntüsü de aynı şekilde siyahlar içinde ayakta duran bir adamın görüntüsüyle kaybolur. Bu adam “Ölüm”dür. Denizin özgürlüğü ifade ettiğini düşünürsek, özgürlüğün bitişi ölümün gelişiyle gerçekleşir.
Antonius Block Ölüm’ü ilk gördüğünde şok oluşunu fark etmemek mümkün değildir. Yüzünde yansıyan duyguları şaşkınlığının yanında onu tanımış olduğunu da bize hissettirir. Bu planda Antonius Block yine satranç tahtasının yanındadır ve filmin başından beri siyah taşlar Antonius Block’tan yanadır.
Ölümle konuşmaya başlar Antonius Block. Ölüm soğuk ve donuk yüzüyle canını almak için ona yaklaşırken ölümü satranç oynamaya davet eder:
…
Antonius Block: Bir dakika dur.
Ölüm: Hep öyle dersiniz ama ben sure tanımam.
Antonius Block: Satranç oynuyorsun değil mi?
Ölüm: Nasıl bildin?
Antonius Block: Nasıl mı? Resimlerden ve dinlediğim şarkılardan.
Ölüm: Aslında usta bir oyuncuyumdur.
Antonius Block: Ama yine de benden iyi olamazsın.
…
Ölümü satranç oynamaya ikna eder. Oyunda Ölüm’e karşı koyabildiği sürece Ölüm canını almayacaktır ve oyunu kazanırsa Ölüm canını bağışlayacaktır. Oyunda Ölüm’ün seçtiği renk her zaman olduğu gibi siyahtır. Antonius Block, kaçınılmaz olan sonun farkındadır ama onun amacı zaman kazanmaktır. O sona giden yolda Tanrı’ya karşı yitirdiği İnancını, Tanrı’nın varlığını sorgulayacaktır. Ölmeden önce bu dünyada Tanrı’nın var olup olmadığını öğrenmek ister. Öldükten sonra onun neyi beklediğini bilmek ister. Antonius Block, Bergman’dır. Bergman bir papazın oğlu olarak büyümüştür ve çocukluğunda yaşadığı burhanlar, aile baskısı onun Tanrı’yı sorgulamasına yol açmıştır. Bu yüzden “Yedinci Mühür” aslında Bergman’ın Tanrı’yı arayışı ve sorgulayışı serüvenidir.
Antonius Block ve Ölüm’ün oyuna başlayacakları sıradaki planda ufuk çizgisi sınır olarak kabul edilebilir. Deniz bu dünyayı simgelerken gökyüzü diğer dünyayı simgeler. Ölüm ve Antonius Block iki dünya arasındadır. Bedenleri bu dünyada olsa da başları diğer dünyadadır. Yani insan beyninde bulunduğu varsayılan akıl, elle tutulamaz gözle görülemez bir şey olduğundan ruhani tarafımızı temsil eder. Bu planda ruh ve beden tam olarak birbirinden ayrılmamıştır ve Ölüm ruhani olarak diğer dünyaya daha yakın bir pozisyondadır. Bulutlar ise Antonius Block’un üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu plandan diğer plana geçiş arka plandan gökyüzü görüntüsünün yavaşça belirginleşmesiyle sağlanmıştır. Antonius Block ve ölüm gökyüzü görüntüsünde soluklaşırlar.
Antonius Block ve Silahtar’ı atlarına binerek yol almaya başlarlar. Silahtar’ı, Antonius Block’u hep arkadan takip eder. Şarkı söylemeyi seven Silahtar Squire, hareketleriyle Antonius Block’un kendisine eşlik etmesini beklediğini gösterir.
Hayat ona derim. Özlemle beklerim…
Tanrı gökte oturur. Seni tepeden korur. Kardeşin Şeytansa hep durur arkanda…
Silahtar Squire, inancı olmayan biridir. Antonius Block’u sürekli arkadan takip eden Silahtar, söylediği şarkıdaki şeytanla bir tutulabilir. Şarkıdan sonra Farjestad şehrindeki söylentilerden bahseder. Bahsettiği şeyler kıyamet günü yaşanacak olaylara benzer:
Dün gece iki at birbirini yemiş. Mezarlar açılmış ve kemikler ortaya saçılmış Dün öğleden sonra gökte 4 güneş varmış.
Yol kenarında oturan birisine rastladıklarında Silahtar atından inerek adamın yanına gider ve ona hanın ne tarafta olduğunu sorar. Adam cevap vermeyince silahta adamın başını tutarak kaldırır. Adamın yüzü yara içindedir, gözleri yerinde yoktur, ölmüştür.
Antonius Block ve Silahtar’ı bir at arabasının önünden geçerler. Bu sahnede ön planda olan at arabasıdır. Çadırlı at arabasının üzerinde de Hz. Meryem, melekler ve borazan çalan melekler resmedilmiştir. Sonraki planda 3 kişinin uyuduğu görülür. Bu üç kişi Şehir şehir, kasaba kasaba gezen gösteriler yapan tiyatroculardır.
Bu tiyatroculardan Antonius Block’u etkileyecek olan kişiler, evli olan Jof(Joseph) ve Mia(Mary)’dır. Bu çiftin bir de küçük bebekleri vardır. Jof, Mia’nın tabiriyle hayaller gören biridir. Jof’un hayaline tanık olduğumuz ilk planda Hz.Meryem’in bebek Hz.İsa’yı çıplak ayakla çimenler üzerinde yürütüştü vardır. Jof ardından karısının yanına koşarak gördüklerini anlatır. Mia Jof’un sürekli hayaller gördüğünü düşünür ama her şeye rağmen birbirini ve yaşamı seven, inançlı kişilerdir. Birlikte dolaştıkları Skat oyunların yönetmenliğini üstlenen kişidir. Çapkın olan Skat, rahiplerin isteği üzerine Elsinore[2]’da Azizler Bayramı[3]’nda ölümle ilgili bir oyun sergileyeceklerinden bahseder. Elsinore Şatosu Shakespeare’nin “Hamlet” oyununun geçtiği yerdir. Bilindiği gibi Hamlet’te de intikam, ihtiras, ihanet gibi insanlığın kötü yönleri ve bunların sonucunda gelen ölüm anlatılmaktadır. Jof neden eğlenceli bir oyun oynamadıklarını sorduğunda, Skat insanların korkunç bir salgından, rahiplerin de ani ölümler ve ruhani eziyetler hakkında nutuklar attığından bahsediyor.
Jof: Ben hangi roldeyim?
Skat: Öyle budalasın ki insan ruhunu oynayabilirsin.
Jof: Herhalde kötü bir roldür.
Skat elindeki maskeyi takıp oyundaki repliği söylüyor:
Sakın unutma budala, yaşamın bir pamuk ipliğine bağlı.Günlerin sayılı.
Bu sırada Antonius Block ve Silahtar’ı yolda bir kiliseye uğrarlar. Kilisenin bahçe kapısında atlarının yüzünü kiliseye bakmayacak şekilde çevirerek bırakırlar. Bu da ikisinin de kendilerini kiliseye yakın görmediğini gösterir.
Kilisede duvarlara resim çizen bir ressam vardır. Duvarları veba ve ölüm kaplamıştır. Ükeye ve dünyaya yayılmış olan veba Tanrının insanlara bir cezası olarak görülmekte ve insanlar “günahın köleleri” olarak kendilerini affettirmek için kendi kendilerini ve diğer insanları kırbaçlamaktadır.
Antonius Block kilisede rahibi gördüğünü sanarak rahiple konuşmaya başlar. Konuştuğu kişi rahip değil “Ölüm”dür. Block her şeye rağmen Tanrıyı içinden atamadığını söyler. Bunun nedenini sorar. İnsanların duyularıyla Tanrıyı kavrayabilmesinin neden imkânsız olduğunu merak eder.
Benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak. Ya inanmayan, inanamayanlar? İçimdeki Tanrıyı neden öldüremiyorum? Onu kalbimden atmak istememe rağmen neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor? Neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum?
Block bu sözleri sarf ederken kamera yavaşça Block’tan Ölüm’e doğru dönerek yakınlaşır. Ölüm’ün donuk yüzünde ve sessizliğinde düşünceli olduğu ve Block’ın sorularını sorguladığı sezilebilir. Tanrı her şeye rağmen suskundur.
Block karanlıkta Tanrıya seslendiğini ama hiç kimsenin olmadığını söylediğinde Ölüm “Belki de kimse yoktur” diyerek karşılık vermiştir. Bergman’ın ölümün ardındaki belirsizlik düşüncesinin aktarımını hem insanı ve hem de diğer dünyaya ait olan bir varlığı kullanarak aktarmıştır. “İşte o halde yaşam korkunç bir şey.”dir.
Block hala rahip sandığı Ölüm’e, Ölüm’le karşılaştığından ve onunla satranç oynadığından bahseder ve yapacağı hamleyi söylediğinde Ölüm yüzünü Block’a gösterir. Block yine de rakibine kendini küçük göstermeyerek savaşcı kişiliğiyle yine karşılaşacaklarını söyler.
Kiliseden çıktıklarında şeytanla iş birliği yaptığı için ertesi gün yakılacak olan kızı görürler. Rahip elleri bağlanmış ve kendinden geçmiş olan kızın başında dualar okumaktadır. Block kızı kurtarmak yerine ona şeytanı görüp görmediğini sorar ama kız cevap vermekten acizdir.
Hana doğru yol almaya devam eden Block ve Silahtar’ı su almak için terk edilmiş bir köye uğrarlar. Silahtar evlerden birinde ölüleri soyan bir hırsıza rastlar ve hırsızdan genç bir kızı kurtarır. Bu kız filmin sonuna kadar konuşmayacaktır adeta Tanrı gibi sessizdir. Hırsız olan kişi ilahiyat okulundan Dr. Mirabilis’tir. Dr. Mirabilis Block’u Haçlı seferine katılması için ikna eden kişidir. Tanrı adına savaşması için insanları ikna eden kişi şimdi hırsızlık yapıyordur. Block ve Silahtar’ı, Silahtar’ın kurtardığı genç kızı da yanlarına alarak yola devam ederler.
Bu esnada tiyatrocular hanın bulunduğu kasabada gösteri yapmaktadır. Askerler alaycı bir şekilde onları izlerken çapkın Skat bir kadınla işaretlerle anlaşarak onu sahnenin arka tarafına çağırır. Bu kadın Demirci’nin karısıdır. Skat da sahnenin arkasına geçtikten sonra Jof ve Mia şarkı söylemeye devam ederlerken kamera bir yandan da Skat ve Demirci’nin karısının yaşadıklarını gösterir. Skat ve Demirci’nin karısının cilveleşmeleri Jof ve Mia’nın söylediği şarkıyla uyum içindedir.
Ağaçta bir at ölüyor.
Yol genişse de kapı dar.
Kara ölüm kumsalda raks ediyor
Tavuk kara gölde ötüyor
Göl kızıl ama balıklar ölmüş
Kara ölüm kumsalda oturuyor
Yılan gökte kanat çırpıyor
Bakire solgun ama fare mutlu
Kara ölüm kumsalda koşuyor
Keçi dişlerini gösterip tıslıyor
Rüzgar şiddetli, dalgalar çırpınıyor
Kara ölüm kumsalda hacet gideriyor
Şarkılarını bölen ise kendini kırbaçlayan insanların rahiplerle birlikte kasabanın merkezine gelmeleri oluyor. Bu görüntü karşısında kasaba halkı 7’den 70’e dizlerinin üzerine çekerek dua etmeye, ağlamaya başlıyor. Ağlayan, haykıran ve dua eden insan sesleri arasında diz çökmeyen kişiler ise Block, Silahtar, kurtardıkları kız, Jof ve Mia oluyor.
İnsanlara konuşma yapan Rahip, Tanrının onları cezalandırdığını ve herkesin kara veba yüzünden öleceğini söylüyor. Rahip insanlara öleceklerini, içlerinden bazılarını işaret ederek söylerken hakaret denilebilecek sözler sarf ediyor. Bu sahnede rahibin hemen arkasında çarmıha gerilmiş Hz. İsa’nın bir heykeli duruyor, onun hemen arkasında da Jof ve Mia vardır. Sanki Hz. İsa Jof ve Mia’yı koruyordur.
Rahipler ve Günahkârlar gurubu yine dualar ve haykırışlar şeklinde oradan yavaşça ayrılırlarken, onlar gittikten sonra da kamera bir süre boş arazi üzerinde sessizliği kaydetmiştir.
Rahiplerin kıyametle ilgili konuşmasından sonra Silahtar “Modern bir insan bunlara inanır mı?” diyerek, modernleşmenin inança olan etkisine de gönderme yapılmıştır.
Bu arada Demirci karısını aramaya başlamıştır. Handa Jof’la karşılaşan Demirci ona, karısını ve karısını kaçıran tiyatrocuyu sorar. Hırsız Dr. Da handadır. Handaki insanların hepsi vebadan bahsediyordur. Hırsız Jof’u tehdit ederek zorla dans ettirir. Handakiler vebadan konuşmayı bırakarak dans eden Jof’la alay etmeye başlamıştır. Jof ateşler içinde dans ederken kamera yüzünü çekeceği zaman, filmin genelinde olduğu gibi gökyüzüne doğrudur. Jof bu durumdan Silahtar’ın hana gelmesiyle kurtulup kaçarken hırsızın yere düşürdüğü gümüş bilekliği de alır.
Block ise satranç tahtası başında çimlere uzanmış Mia’nın oğluyla oynayışını izliyordur. Block ve Mia konuşmaya başlarlar. Bir süre sonra Jof gelir. Mia Jof’un halini göründe ona doğru endişeli bir şekilde koşar ve Jof’un yüzünü silmeye başlar. Jof aldığı bilekliği Mia’ya verir. Mia bu küçük armağandan dolayı sevinir. Jof ve Mia oğullarıyla oynarken Block tüm bunları sessizce izlemektedir. Block Jof’la konuşarak, gösteri yapacakları şatoya güvenli yoldan gidecekleri için onlarla birlikte yol almalarını teklif eder. Bu sırada Mia yaban çilekleri ve at sütü kâsesiyle birlikte gelir. Aynı kâseden süt içerler ve çilek yerlerken Silahtar yanındaki kızla birlikte gelmiştir. Hep birlikte otururlarken Block’un ağzından filmin anlatmak istediği düşünceler süzülür:
İnanç taşıması zor bir yüktür. Ne kadar yüksek sesle çağırırsan çağır karanlıktan sıyrılıp hiç gelmeyen birini sevmek gibi. Burada sen ve kocanla otururken, tüm bunlar gerçekliğini kaybediyor. Aniden önemsizleşiyor.
Bu sahnede yaban çilekleri ve süt çanağı; insanın sevgisinin, paylaşımının ve saflığının simgesidir. Block hayatın anlamın nedir sorusunun cevabını Jof ve Mia’da bulmuştur.
Çözüm gökyüzünde olmadığı gibi, “hiç”te de değildir. Çözüm; bir süt kâsesiyle yaban çilekleri dolu bir tepsiyi sunan genç bir kadının hareketinde gizlidir. Yaşama ve sevme sevincini anında tatmak gerekir. Bir bebeğin ilk adımlarını izleyen birbirine bağlı bir çift, bütün Haçlı Seferlerinden ve papazların dayattığı öteki saçmalıklardan daha değerlidir. Mutluluk yaşam ve sevginin dinginlik verici buluşmalarındadır. Kıyamet, aslında basit olan bu çözüme ulaşamamış olan her şeyi alıp götürecektir (Lefévre R (1986) Ingmar Bergman, Cüneyt Akalın ( çev), Afa Yayınları, İstanbul.).
Bu anı unutmayacağım.; sessizliği, alacakaranlığı, çilek ve süt taslarını, akşam aydınlığındaki yüzlerinizi. Uyuyan Mikael’i, çengini çalan Jof’u. Konuştuğumuz şeyleri hatırlamaya çalışacağım. Ağzına kadar taze sütle dolu bir tas gibi, ellerim arasında dikkatle taşıyacağım bu anıyı. Hem uygun bir işaret olacak bu, yetecek bana.
Block satranç tahtasının başına dönerken Ölüm de gelir. Block artık hayatın anlamını çözmüştür. Ölüm’den istediği zamanı değerlendirmiş ve tüm sorularının cevabına ulaşmıştır. Ölüm karşısında rahattır.
Yanlarına Demirci’nin de katılmasıyla Block, Silahtar, genç kız, Jof ve Mia ormanda ilerlemeye başlarlar. Tesadüfen ormanda Skat ve onunla kaçan Demirci’nin karısına rastlarlar. Demirci çok sinirlidir ve Skat’ı öldürme konusunda kararlı gözüküyordur. Demirci’nin karısı başta Skat’ın yanında olsa da saf değiştirerek kendisini kocasına affettirir. Skat duygu sömürüsü yaparak Demirciye bir oyun oynar ve hileli bir hançerle kendini öldürür. Demirci onun öldüğünü düşünür ve gurup olarak oradan uzaklaşırlar. Daha sonra Skat yerden kalkarak bir ağaca tırmanır. Bir süre bekledikten sonra Jof ve Mia’yı bulmayı planlar fakat Ölüm onun için gelmiştir. Ölümü Skat’ın tırmandığı ağacı kesmeye başlar. Skat onu fark ettiğinde korkuya kapılır. Skat dünyevi bahaneler uydurarak ona acımasını ister. Hafifletici bir sebep olup olmadığını sorar, “Oyuncular için bir kural falan” diyerek. Ölüm’ün cevabı bellidir “Hayır, senin durumunda yok.”. Ağaç hayat demektir ve Skat’ın ağacı kesilmiştir. Ağaç kesildikten sonra ağacın üzerine çıkan sincap Skat ile bir tutulabilir. Çünkü sincaplar zamanının hemen hepsini ağaç tepesinde geçirirler.
Yol almaya devam eden Block, Silahtar, genç kız, Mia, Jof, Demirci ve karısı geceyi ormanda geçirmek için durmuşlardır. Etraf çok sessizdir adeta kıyamet öncesi sessizlik gibi. Dernek askerler ve şeytanla işbirliği yaptığına ve vebanın sorumlusu olduğuna inanılan kızın ormandan geçer. Silahtar çamura takılan at arabasının kurtarılması için askerlere yardım ederken askerlerin bu işi para için yaptığını öğreniriz. Hâlbuki bu iş Silahtar’ın değişiyle “… gönüllü bir iş.”tir.
Askerlerle yola devam eden gurubumuz kızın yakılacağı yere gelirler. Block ise kızı kurtarmak yerine ona şeytanı görüp görmediğini sormaktadır. Tek düşüncesi öteki dünya ve Tanrı ile ilgili sorularına cevap bulmaktır:
Ona Tanrıyı sormalıyım. O biliyor olmalı. Başka kim bilecek?
Kızın yakılışını izlediklerinde Block’un ve Silahtar’ın aklında aynı soru vardır: Onunla kim ilgilenecek?
Silahtar hiçlikten emindir ama Block buna inanmak istemez. Ona göre eğer bir hiçlik varsa yaşam boşunadır.
Kızın yanışını görmeden oradan ayrılırlar ve geceyi geçirmek için bir yerde dururlar. Block yine satranç tahtasının başındadır ve bu sefer ortalık tamamen sessiz değildir. Bir baykuş sesiyle onlara eşlik etmekte ve ormanın sessizliğini bozmaktadır. Ormanda bir tek baykuşun sesi duyulmaktadır. Baykuş başını neredeyse 360 derece döndürebilen ve her yeri tek bakışıyla kavrayabilen bir canlı olduğundan bilgelik sembolü olarak kabul edilir. Halk arasında ise baykuş uğursuzdur. Evin çatısına ya da bacasına geldiğinde o evden bir ölü çıkacağına inanılır.
Block yine satranç tahtasının başındadır. Demirci’nin karısı ağlamaklıdır. Sessizdirler bir şeyler olacağını hissetmekte ama ne olacağını bilememektedirler. Acı bir haykırış duyarlar bu Dr. Mirabilis’tir. Vebaya yakalanmış ve son dakikalarını acı içinde geçiriyordur. Onlardan su ister. Silahtar’ın kurtardığı kız ona acıyarak su vermek ister ama Silahtar onu engeller. Dr. Mirabilis’in ölmesiyle şafak söker. Block satranç tahtasının başından hiç kıpırdamamıştır. Ölüm birden karşısında belirir. Ölüm oyunu bitirmek için gelmiştir. Ölüm yaptığı hamle ile Block’un verizini alır. Vezir satrançta Şah’tan sonra gelen en önemli taştır. Vezirini kaybeden bir oyuncunun rakibi karşınsında işi zorlaşır. Hatta rakibinin hatasız oynanacağı düşünüldüğünde mağlup bile sayılabilir. Bu sırada Jof, Block’un satranç oynadığı kişinin Ölüm olduğunu anlar. Anlamasıyla birlikte izleyici Jof’un baştan beri hayal görmediğini fark eder. Filmde Jof, oğlu Mikeal’den sonra en saf duyguları olan kişidir. Kalbindeki bu saflık ona özel bir yetenek olarak geri dönmüştür. O diğer dünyaya ait varlıkları ve ruhları da görebiliyordur.
Jof durumu fark edince kaçması gerektiğini anlar. Block da Jof ve Mia’nın durumu fark ettiğini anlar ve kaçmaları için onlara zaman yaratmak ister. Block “hayatın anlamı nedir” sorusunun cevabını onlar sayesinde bulmuştur. Kendisi ve arkadaşlarının öleceğini bilmektedir. Jof ve Mia ise yaşamayı hak eden ender insanlardandır. Block Ölüm’ün dikkatini dağıtmak için taşları yanlışlıkla devirmiş gibi yaparak taşların yerlerini unuttuğunu söyler ama Ölüm unutmamıştır.
Bu sırada Jof ve Mia at arabalarıyla sessizce kaçarlar ve Block “Mat” olur. Artık oyun bitmiştir. Bir dahaki karşılaşmalarında Ölüm Block ve arkadaşlarının canını alacaktır. Ölüm’ün verdiği zamanı Block değerlendirmiş ve hayatın anlamını çözmüştür fakat hala merak ettiği bir şey vardır, diğer dünya. Ölüm’e sorar “Hiç mi bir şey bilmiyorsun?”, Ölüm farkında değildir.
Block ve arkadaşları şiddetli rüzgar, yağmur ve şimşekler eşliğinde evine vardıklarında Block’un karısı Karin onları bekliyordur. Hep birlikte kahvaltı sofrasına oturduklarında Karin İncil okumaya başlamıştır. Filmin ilk sözleri tekrarlanır:
Ve Kuzu yedinci mührü açınca, göğü bir sessizlik bürüdü ve bu yarım saat kadar sürdü. Ve yedi melek ellerindeki yedi borazanı çalmaya hazırlandılar. Birinci melek borazanı çaldı.
Bu sırada 3 kere kapı vurulma sesi duyulur. Silahtar kapıya bakmaya gittiğinde kurtardığı genç kızın yüzündeki korku kıyametin geldiğini gösterir. Karin İncil’i okumaya devam ediyordur:
Kanla karışık dolu ve ateş oluştu ve yeryüzüne yağdı. Yerin üçte biri yandı, ağaçların üçte biri yandı ve bütün yeşil otlar yandı. Sonra ikinci melek borazanı çaldı ve alev alev yanan koca bir dağ denize düştü. Denizin üçte biri kanla doldu.
Bu sırada Silahtar geri gelmiştir ve kimseyi görmediğini söyler. Karin İncil’i okumaya devam eder:
Üçüncü melek borazanı çaldı. Gökten büyük bir yıldız düştü. Meşale gibi yanıyordu ve yıldızın adı Pelin’di.
Çernobil faciası da adını İncil’deki bu vahiyten almıştır. Rusya'da ki Çernobil patlamasıyla ortalığa yayılan nükleer sızıntılar suya ve havaya karışınca birçok kişinin ölümüne yol açtığı gibi doğan çocukların özürlü olmasına da sebep olmuştur. Çernobil Rusça'da Pelin demektir.
Ve Ölüm onlara gözüktü. Ölüm karanlıklar içinde görünmeyen kanatlarıyla karşılarındaydı. Karin ve Demirci kendilerini tanıtırlar Block ise Tanrıdan merhamet dilemeye başlar. Silahtar Block’a acılarını dindirecek kimsenin olmadığını söyler. İnandığı şey hala “hiç”liktir. Suskun kızın söylediği tek şey ise “Artık bitti.”dir.
Mia ve Jof için güneş açmış ve tehlike bitmiştir. Deniz kenarındaki bir tepede bulunan at arabasından dışarıya çıktıklarında Jof, uzak tepede Ölüm’ümü, Demirci ve karısı Lisa’yı, Şövalye Blok’u, Raval’ı(Dr.Mirabilis), Silahtar’ı ve Skat’ı görür:
Mia! Onları görüyorum. Onları görüyorum. Fırtınalı göğün altında, herkes oarada. Demirci veLisa, Şövalye ve Raval, Jöns(Silahtar) ve Skat. Ve zalimlerin efendisi, Ölüm onları dansa davet ediyor. Elele tutuşup tek sıra dans etmelerini istiyor ve Ölüm elinde tırpanı ve kum saatiyle en önde. En arkada liriyle Skat var. Şafaktan uzaklaşıyorlar ağır ağır ilerleyerek karanlıklar dünyasına gidiyorlar. Yağmur yüzlerini ıslatıyor, yanaklarından gözyaşlarının tuzunu temizliyor…
Ölüm dansı, filme hakım olan rakamla, 7 kişiyle gerçekleşir. Silahtar’ın kurtardığı ve film boyunca suskun olan genç kız bu 7 kişinin arasında değildir.
Filmin son repliği ise Mia’ya ait, Jof’a:
Senin şu hayallerin yok mu…
Film Mia, Jof ve Mikael’in yollarına devam etmesiyle son buluyor.
4. Kaynakça
Ekici, Aslı, (2007), İSVEÇ SİNEMASINDAN BİR AUTEUR: INGMAR BERGMAN VE “YEDİNCİ MÜHÜR, Selçuk İletişim.
[1] Apokalips, Vahiy Kitabı ya da Esinleme Kitabı: Patmoslu Yuhanna’nın kendisine gösterilen yedi “vizyon”da gördüklerini kaleme aldığı, 3,7 ve 12 sayılarının sıkça kullanıldığı bu metin 22 bölümden oluşur. Metinde kısaca, Dünyadaki ilk Hıristiyan merkezleri sayılan Anadolu’daki yedi kiliseden, insanlığın uğrayacağı doğal felaketlerden, büyük depremlerden, insanlığın çekeceği acılardan, Deccal’in hükümranlığından ve “kurtarıcı”nın gelişiyle insanlığın yaşayacağı yeni dönemden söz edilir.
[2] Elsinore Şatosu diğer adıyla Kronborg Sarayı, Danimarka’nın Zeeland Yarımadası’nın kuzeyinde Helsingor kasabasında, Danimarka ve İsveç arasındaki dar boğazın ucunda yer almaktadır.
[3] Azizler Günü, Hıristiyanlıkta bilinen ve bilinmeyen tüm azizlerin anıldığı kutsal gün. Batı Kiliselerinde 1 Kasım'da, Doğu Kiliselerinde Hamsin'den (Pentekost) sonraki ilk Pazar günü kutlanır.
Comments